4

Uyku eğitimi denemeleri

Daha önceki yazımda uyku eğitimi deneyeceğimden bahsetmiştim.

Geçen günlerde hadi dedik bir deneyelim. Akşam saat 21.00 oldu Arya başladı huysuzlanmaya.. Tok olduğu halde emmek istiyor. Gönlü olsun diye emzirdim, bir uyku rutini oluşturmak adına pijamalarını giydirip, odanın ışığını iyice loş hale getirdikten sonra bana en yakın gelen yöntem olan Tracy Hogg – Yatır Kaldır Yöntemini uygulamaya çalıştım.

Arya’ yı uyumaya yakın yatağına koydum. Derken (tabi ki) Arya ağlamaya başladı; kucağıma aldım sakinleştirdim ve tekrar koydum. Sonra yine ağladı, tekrar kucağıma aldım sakinleştirdim ve tekrar koydum. Bu sırada Arya hem ağlamanın dozunu artırdı bir yandan da ‘bu kadın niye garipleşti, uykum geldi niye beni sallamıyor ya da emzirmiyor’ diye yüzüme bakmaya başladı. Bu seremoni bir kaç kez tekrarlandıktan sonra artık Arya yeni bir şeyler denediğimizi fark etti ve ağlama işini çığlık atmaya, bas bas bağırmaya çevirdi saat neredeyse 23.00 oldu ama kızım pes etmedi. Derken sonunda iyice uykusu geldi ve katıla katıla ağlamaya başladı bunun üzerine ben de dayanamayıp emzirdim..

Böylece uyku eğitimi falan yalan oldu. Az önce burnundan soluya soluya, sinirinden çatlayacak şekilde ağlayan kızım, sallanmaya başlayınca rahatladı, tam uyumak üzereyken de dudağının kenarını kaldırarak ‘ne eğitimi bee, benim istediğim olacak, ben kazandım’  anlamında bir gülüş attı.

Böylece ilk denememiz başarısızlıkla sonuçlandı. Zaten çok zor, hatta imkansız olduğunu düşündüğüm uyku eğitimi işinin artık saçma olduğunu da düşünmeye başladım.

Bir süre daha en azından diş kaşıntısı (??)  ya da wonder weeks (???) nedeniyle bu huysuz dönemi geçene (umarım geçer tabi geçmeye de bilir 😦 ) kadar bu işe ara vermeye karar verdim.

0

Neden çocuk yetiştiremiyoruz?

Bir yandan çocuk yetiştirmeye çalıştığım için, bir yandan da profesyonel olarak her gün bu işe kafa yorduğum için düşündüklerimi, hissettiklerimi buraya yazayım istedim.

Kimse alınmasın ama, çocuk yetiştirmekle ilgili toplumumuzda ciddi bir sıkıntı var. Hem de bunun eğitim düzeyiyle, ekonomik durumla falan da alakası yok. Neden mi böyle düşünüyorum? Etrafımdaki bir çok anne baba (ben ve eşim de dahil) çocuğunun yanlış davranışlarından şikayetçi.. Zor mizaç diye bir şey olmakla beraber (bu da çok sık bir şey değil), gerçekte çocuğumuzun bir çok yanlış davranışı bizden kaynaklı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en zor olan dönüp kendimize bakabilmek ve hatalı yanlarımızı görebilmek..

Neleri yanlış yapıyoruz? Ne yapabiliriz?

İlki kızım ve benimle ilgili bir örnek; uzun süredir sabahları kreşe giderken arya ile ciddi sıkıntı yaşıyoruz, uyanması, giyinmesi, kıyafet seçmesi hepsi ayrı bir olaydı. Şimdi bunları atlatıp Arya’yı kreşe bıraktıktan sonra enerjimin çoğu bitmiş oluyordu. Sonradan farkettim ki aslında bunların hepsi benimle ilgili, ondan 10 dakika içinde kıyafet seçmesini, giyinmesini ve hazır olmasını bekliyorum. Ama galiba bu yersiz bir beklentiydi. Biliyoruz ki çocuklar bu yaşlarda (eğer mümkünse) yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyorlar, ama yapamayacaklarını hisseder ve endişe içine girerlerse daha da başarısız oluyorlar, ve bazen tamamen bırakıyorlar. Ben de bizim durumumuzun bu olduğunu farkettim. Fazla beklentim nedeniyle Arya strese giriyor, yapabileceğini de yapmamaya başlıyordu. Bu sorunu nasıl çözdük; Öncelikle artık her akşam kıyafetlerini kendi seçiyor (çook berbat olmadıkça karışmıyorum 🙈). Bir sorumluluk panosu oluşturduk ve kendi sorumluluğunun yerine getirdiği her gün için bir yıldız alıyor, 15 yıldız birleşince bir hediye alacak. Ve bu hediye için bütün gücüyle uğraşıyor. Sorunlarımızın bir kısmı ! bu şekilde çözülmüş oldu 🙂

Diğer örnek poliklinik hastalarımızdan; bir çok ailenin yorumu şu şekilde; çok özgür yetişsin istiyoruz, ne isterse yapıyoruz, ama yine de mutsuz bir çocuk, ve olumsuz davranıyor ve sonunda kızsak da önemsemiyor. Biliyoruz ki çocukları ve hatta yetişkinleri mutlu eden, özgür hissettiren şey kuralsızlık değil tam tersi kurallar ve sınırlar.. Toplum olarak en büyük eksiğimiz, davranışlarımızın bir sonucu olduğunu farkında olmamanız. Etrafımızdaki yetişkinlere baktığımızda bir çoğu yaptığı kötü davranışın hiçbir sonuca olmadığını düşünüyor, ne yazık yine bunun eğitimle de bir alakası yok.. Çünkü bu sorun bence yetişme şeklimizden kaynaklanıyor. Eğer dört yaşında beş yaşında bir çocuk yaptığı davranışların bir sonucu olduğu fikrini oturtmazsa, bu fikri 20 yaşında oturtması çok zor. Kastettiğim şey cezalandırmak değil, ancak çocuğun erken yaştan itibaren yaptığı davranışın sorumlulugunu alması gerekir, eğer bu bilinci biz ona evde vermezsek, ileride okulda, iş yaşamında, aile yaşamında daha sancılı şekilde öğrenecektir. Çocuklarımıza 2 yaşından itibaren yaptığı şeylerin bir sonucu olduğunu ve bu sonuçların sorumluluğunu almaları gerektiğini öğretmeliyiz.

Toplumumuzda bir çok anne çocuklarının yapması gereken işleri kendisi yapıyor. Yemeğini yediriyor, kıyafetini, ayakkabısını giydiriyor, ödevini yapıyor. Sonra da ‘bu çocuk için saçımı süpürge ettim bir baltaya sap olamadı diyor’. Bu yaşa kadar sen onu yerine her baltaya sap olmuşsun, 20 yaşında artık sen bir baltaya sap ol demeye hakkın var mı. Çocuk yetiştirirken amacımız çocuğumuzun bir an önce bağımsızlığını kazanacak şekilde yetişmesi olmalı.(bağımsızlığını kazanmasın istiyorsak o ayrı, onun da sonucuna biz katlanacağız). Bu amaca hizmet etmeye de gerçekten erken yaşta başlaması gerekiyor.. Kolay bir iş değil ve aslında bizim çocuğun yerine o işi yapmamız daha kolay. (Örneğin beş yaşında bir çocuğun ayakkabısını bağlaması için 10 dk sabırla beklemek ve gerektiği yerde desteklemek gerekiyor, biz bağlayıversek maksimum 1 dakika) Tabi ki herkes çocuğunu istediği şekilde yetiştirir ve kimsenin giydiğine herkes karışamaz 🙂

Not 1; Burada yazılanların ve önerilerin bir kısmı literatür bilgisi olmakla beraber, çoğu benim yorumum:) Sizde işe yaramayabilir🤷🏻‍♀️

Not 2; Ne yazık ki tüm bunları düşünüyor olmam benim de çok düzgün şekilde çocuk yetiştirdiğim anlamına gelemiyor, bir çaba var evet ama sonucu henüz bilmiyoruz:)

Hadi kalın sağlıcakla..

0

Uyku eğitimi mi? 

Uyku eğitimi konusunda aslında daha önce bir yazı yazmıştım ancak eksik kaldığı için tekrar yazmak istedim. Arya’da (büyük ihtimal benim yanlışlarım nedeniyle) başarısız olduğum için uyku eğitimine çok soğuk bakıyordum. Şimdi de her anne kesinlikle vermeli demiyorum ama çocuğun ve annenin ortamı, şartları göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli diye düşünüyorum. 

Tanıyanlar bilir Arya genel olarak uykusuz, sık uyanan bir çocuk oldu. Hem bu nedenle hem de işim dolayısıyla uyku eğitimi hakkında bir çok şey okumam gerekti. Okuduğum kitaplardan bir tanesi hem Arya’da hem de uyku sorunu olan hastalarımda çok işe yaradı. Bu kitap hangisi mi? İşte bu..

Uyku eğitimi verirken ya da önerirken kafamı karıştıran en önemli nokta acaba çocuğun anneyle bağlanması bozulur mu sorusuydu. Bir çok yayında anne ile bebek güvenli bağlandıysa, başka risk faktörleri yoksa eğitimin aralarını bozmayacağını söylüyor. Hatta annenin yorgunluğunu ve tükenmişliğini azaltacağı için daha iyi ilişki sağlayabileceğini düşünenler de var. 

Aslında tüm uyku eğitimlerinin özünde ‘bebeğin/çocuğun kendi kendine uyuma becerisi’ geliştirmesi yatıyor. Tüm insanlar gece bir çok kez hafif uyanmalar yaşar. Çevresini kolaçan eder ( bunu yaptığımızın farkında bile olmayız), her şey yolundaysa tekrar uykuya dalar. Küçük çocuklar da böyledir. Şimdi şöyle bir çocuk düşünün annesinin memesinde uyuyor, ilk küçük uyanmasında bir bakıyor ki yatakta tek başına.. Çığlığı basmasın da ne yapsın.. Siz yatağınızda yatıp, sokağın ortasında uyansaydınız ne yapardınız? Kısacası çocukların gece uyanmalarında tekrar dalabilmeleri için kendi kendine uyumayı öğrenmesi gerekiyor. Literatürde de eğitimde en uygun zamanın 6 ay civarı olduğu söyleniyor. 

Ben ne yaptım peki ? Biraz yaşını kaçırmış da olsam kendi kendine uykuya dalma becerisi kazandırmaya çalıştım.

Tabi ki uyku eğitimi asla zorunluluk değil, isteyen çocuğuyla uyur (sarılır, öper, koklar ohh) isteyen gece defalarca kalkıp emzirir. Her çocuk kendine özel o yüzden herkes için aynı yöntem kullanılamaz. Ama eğer uykusuzluk sizi yormaya başladı hele de bu durum çocuğunuzla ilişkinizi bozmaya başladıysa, profesyonel bir destek almakta fayda var…

1

Kitap aşkına 

Bu ara gelen her anneye soruyorum ‘çocuğunuza kitap okuyor musunuz’ diye.. Bir çok anne şöyle diyor ‘aa okuyalım mı, ama okusak dinlemez ki ! Niye dinlemesin, önce 2 dk, sonra 5 dk dinler, sonra kendi gelir oku oku diye..  Kitaplara alışmak, onları sevmek için 6 yaş çok geç.. Okula başlamadan kitaplarla içli dışlı olmalı çocuk. Anne babasının elinde kitap görmeli tabii önce.. O yüzden iş yine bize düşüyor.. (Benim kitap sevmemi sağlayan babama buradan sevgilerle)6 aydan sonra ( bence daha erken bile olur) renkli bol resimli kitaplarla tanışmalı çocuklar..  Küçük yaşlarda çocuğa kitabı sevdirmek için kitaba özel zaman ayırıp, yaşına uygun kitapların anne baba tarafından düzenli şekilde okunması önemli.. Hatta bu kitaplar çocukla birlikte seçilmeli, kitapçı gezmek, kitap seçmek eğlenceli bir aktivite haline gelmeli… 

Anne baba olmak dünyanın en zor işi, bütün gün çalışıp bir de gelip kitap mı okuyacağım demeyin.. İtiraf edeyim bana da zor geliyor evet.. Ama günde bi 15 dakika kitap okumak, çoçuğumuzun hayatını değiştirecek, bunu unutmamalı..

Ne okuyalım diye de soran arkadaşlarım olunca bu yazıyı yazayım istedim, tabii ki ben eleştirmen değilim. Edebiyattan da anlamam. Ama Arya’nın ve benim favori kitaplarımızı paylaşayım istedim. Hem okuyanlar yararlansın hem bize hatıra kalsın.. 

İşte bu ara en sevdiklerimiz.. 

Anne tavuk civcivlerine Her Şeye Hayır Diyen Aslan’ı anlatıyor..  Her şeye hayır diyen cadılara bire bir bu kitap 🙂 

Ana fikrini çok sevdiğim, kendimizi olduğumuz gibi sevmekle ilgili bir kitap Yavru ahtapot olmak çok zor.. 
Uykusuz gecelerimize çare ararken farkettiğim iki hoş kitap da “Uyuyamıyor musun Küçük ayı” ve “Uykuya dalamayan minik Yediuyurun hikayesi“.. 


Kreşe başlarken bir arkadaşımın tavsiyesiyle aldığım dünyaca ünlü bir kitap da “Avucundaki öpücük“. Duygusal, etkileyici harika bir kitap.. 


Aslında eğitici bir seri olan Cemile serisinden Arya’nın en sevdiği kitap olan “Cemile çişini altına yapıyor”. Malum durumlar bu ara çok okuyoruz bunu..


Her yönüyle değişik, Arya’nın deyimiyle canavar kitabı “Vahşi şeyler ülkesinde” alırken çok garipsediğim okudukça beğendiğim bir kitap..


Henüz Arya çok ilgilenmese de İtiraf edeyim kendim sevdiğim için okuduğum biraz daha büyük yaşa uygun derin bir öykü “Pezzettino“..

2

Yeni moda annelik

Düşündüm de artık annelik başka bir şey. Anne olmak mükemmel olmak ve mükemmel çocuğu yetiştirmek anlamında.. Yoruldum demek, çocuğundan şikayet etmek baya ayıp bir şey… Tepemin tasını attırdı, şaplak atmamak için kendimi zor tuttum desen linç sebebi. Artık moda instagram anneliği.. Hep mutlu anneler, hep mutlu çocuklar.. Bugün ‘biz’ şu oyunları oynadık, bugün ‘zırt’ sponsorluğunda şu aktiviteye katıldık, ‘zort’ eşliğinde şunu yedik, içtik 🙂 Bol bol fotoğraf çektik, hemen instagrama koyduk, ama bu arada hep çocuğumuzla oynadık, ona baktık çünkü bizim üç gözümüz beş kulağımız on elimiz var. Kime sorsan çocuğu çok uyumlu hiç ağlamaz. Bilmesen bir bizimki böyle sanıp depresyona girersin. Herkes Blw annesi, sanki ek gıdanın ilk gününde tüm bebekler bir havucu yiyip bitiriyor, bir bizim bebekler pürtüklüleri tükürüyor. Tabi ki güzel anılar birikecek paylaşılacak ama bu kadarı bir bana mı komik geliyor. Para kazanmak uğruna bir çeşit istismar değil mi bu? Bana soran herkese söylüyorum vallahi annelik dünyanın en zor işi, her zaman çok da süper değil. Hafta sonu çoğu zaman daha çok yoruluyorum, arada anneme bırakıp kaçmasam ölmüş bitmiştim. (cık cık cık) Çok nadiren değil baya baya sık geliyor bana delirme atakları. Huysuzluk, ısırma, vurma, altına kaçırma, hiç paylaşmama hepsi bizde 🙂
 Herkesin anneliği kendine kimsenin kimseyi tabi ki eleştirmeye hakkı yok. Ama biraz sakin ol. O telefonu yavaşça bırak. Keyfini çıkar, yorulduğun yerde nefes al. Tüm çocuklar benzer, herkesin çocuğu ağlıyor, bağırıyor, yerlere yatıp çıldırıyor. Tüm anneler ara ara kafayı yiyor. Sosyal medya bir yanılsama, gerçek dünya salya, sümük, çiş, gözyaşı dolu 🙂 

0

Avrupalı çocuklar ağlamaz mı?

Kısa bir Amsterdam gezisi dönüşünde yollardayım bugün. 2 yaşında çocuğu olan bir anne olunca etraftaki 2 yaş civarında her çocuğu incelerken buluyorum artık kendimi, biliyorum çok yanlış ama napayım.. Durum böyleyken Avrupa’ya her gittiğimde aynı şeyi düşündüğümü farkettim. Neden Avrupalı çocuklar hiç ağlamaz, bizimkiler yerlerde tepinirken. Ya da Avrupalı anne 3 sarı bebesiyle dünyayı gezer de, biz Ankara-İzmir arasında helak oluruz.. Cevabı bilmiyorum bilsem Arya da ağlamazdı heralde :)Gözlemleme fırsatım oldukça oralarda işlerin daha farklı yürüdüğünü anladım ama. Mesela hava 21 derece süs havuzunda çocuklar çıplak oynuyor, hadi soğuğu geçtim (bu arada anneler kazakla hayli uzakta oturuyor), ya o ıslak zeminde o çocuklar kayarsa, kafa göz giderse, eşimle içimiz gitti vallahi.. Ama sonuçta düşen yok, ağlayan yok. (Ben yapamam o ayrı.) Çocuklar özgürce oynuyor. Yaramazlık yapan yok çünkü bizim yaramazlık dediğimiz onlarda oyun.. Uçakta bağıran çağıran Avrupalı çocuk yok gibi, mesela yanımızdaki anne çocuğuyla durmadan konuştu, dört farklı oyun oynadı. Bizimkiler de ‘dur, şişştt, yapma, sus’ dedi genelde.. 

Ağlama meselesine gelince, tabi ki Avrupalı çocuk da ağlıyor, çünkü her çocuğun kendini ifade etmesi lazım. Ağlayıp sonra kendini rahatlatmayı öğrenmesi lazım. Ama orda ağlayana yaklaşım çok farklı. Bizim ülkemizde ağlamak çok korkunç bir şey olarak görülüyor. Sokakta çocuğun ağlarsa sana öyle bir bakarlar ki, hele eğitim vereyim diye ağlamayı görmezden gelirsen git kendini at daha iyi.. Ağlamak susturulması gereken bir şey bizde, çocuk dediğin biblo misali oturacak, akıllı olmak uslu olmakla eşdeğer bizim sözlüğümüzde.. Oysa ki ağlayan çocuğun ağlamasına izin vermek, ağlamanın sonuç vermeyeceğini anlatmak, ağlayarak istediğini elde edemeyeceğini öğretmek de gerekiyor. Bu durum ilk 2 yaş için geçerli değil tabi, olması gerekenin tam tersi biz de şu inanış da var çünkü; her ağladığında kucağa alma kucakçı olur.. Ne alaka canım.. 

Bizim kültürümüz çok zengin, bağlarımız çok kuvvetli ama, çocuk yetiştirme konusunda çok yolumuz var sanki daha.. Yok ben Avrupalıyı sevmem kendi bildiğim gibi yetiştiririm derseniz siz bilirsiniz ama, böyle bir dünya da bilginize 🙂

0

Emziksizlik

Uzun bir aradan sonra merhaba!Uykusuz, hafif depresif geçen bir haftadan sonra biraz içimi dökmek istedim..

Evimizin tatlı küçük ergeni ile başımız fena halde dertte 😦 Bir süredir inatlaşmalar, küçük krizler yaşıyorduk ama son bir haftadır işler iyice çığırından çıktı. 

Aslında her şey yolundaydı. Arya’nın tuvalete olan ‘aşırı’ ilgisi nedeniyle tuvalet eğitimine başlamaya karar verdik. Çok da istekli olunca bu işi hallettik neyse ki.. 

2 yaştaki “istediğim zaman bebek olurum istediğim zaman büyük” düşüncesi bizim de kafamızı karıştırdı. Tuvalet eğitimi de aldı madem bu kadar büyüdü artık emzikten de kurtulmanın zamanı diye düşünmeye başladım ben de.. Çünkü emziği artık gündüz de istiyordu durum da beni çok geriyordu.. Daha önce kademeli olarak azaltmayı, evde saklamayı, bilimum şeylere batırıp vermeyi denedim Ama hiçbirinden sonuç alamadım durum böyle olunca artık neyse katlanacağız deyip emziği hayatımızdan tamamen çıkarmaya karar verdim. 

Arya’ya da bunu anlatmak için önünde emziklerden birini kesip ‘bak emziğin kopmuş artık emzik emmeyeceğiz’ dedim.. İlk gördüğü anda çok ağlamadı hatta güldü bile ama gece yatınca film orada koptu… Bir yandan devamlı ben büyüdüm emme istemem diyor bir yandan da avunamıyor kuzum 😦 Yaklaşık 1 haftadır gece defalarca uyanıp ağlıyor, ama sorunca emme istemiyorum diyor.. Gün içinde çok huysuz, belki iki belli üç saat değişik değişik bahaneler bulup ağlıyor.. Geceler uykusuz, gündüzler huzursuz.. Üzülüyorum ama bu noktadan sonra geri dönmek de istemiyorum.. Zamanında sigarayı bırakırken babam nasılsa Arya da aynı ruh halinde.. 

Aklım olsa emziği hiç vermezdim, versem de daha küçükken keserdim galiba.. Kimse anne doğmuyor, annelik de tecrübe sonuçta.. Öğreneceğim, zorlanacağım, deneyip yanılacağım çok şey var bu yolda.. Yorgunum, biraz mutsuzum ve kızgınım, çokça da kafam karışık.. Ama sağlık olsun, beraber olalım da tüm zorluklara, yorgunluklara razıyım..

2

Oyun grubu 

Uzun zamandır aklıma takılan bir konu vardı.. Bir çok uzman kreş için uygun yaşın üç olduğunu düşünüyor. Tam zamanlı kreş yerine “imkan varsa” evde bakımın daha iyi olduğunu düşünüyorlar. Açıkçası ben bu konuda emin değilim, çünkü evde ne kadar iyi bakılsa da, bence çocuklar hayatı en çok yaşıtlarından öğreniyor. Annem, muhteşem bir anneanne, benden çok daha iyi ilgileniyor Arya’yla, yine de artık bir şeyler eksik kalmaya başladı gibi geliyo bu ara bana.. Malum Ankara’dayız, kış aylarını evde geçirmek zorundayız o yüzden parka gitmek bile bir lüks bizim için. Bir yandan iki yaşından önce ( özellikle tuvalet eğitiminden önce) kreşe vermeye de cesaret edemiyorum.. Hal böyle olunca bir arkadaşımın önerisiyle oyun gruplarını araştırmaya başladım. Oyun grubunun mantığı çocuğu birkaç saatliğine arkadaşlarıyla oynayabileceğiniz bir ortama götürmek. En güzeli arkadaş çevresinde böyle bir ortam oluşturmak ama napalım bizde yok.. Bazı oyun grupları çocuğu annesiyle alıyor bazıları ise özellikle annenin dışarda beklemesini istiyormuş. Kısa bir araştırma sonrasında Gymboree ve Ya-pa arasında tercih yapmaya karar verdim. Belki başka yerler de vardır ama benim koşullarım için bu iki yer daha uygundu. İlk olarak Gymboreede ücretsiz bir deneme dersine girdik. Ortam çok güzeldi, çocuklar için tasarlanmıştı her şey, öğretmenler de çok ilgiliydi ama benim sevmediğim iki şey oldu, birincisi yeri çok ters, bizim eve çok uzak. Diğeri de anne ya da babalardan çok beklenti var. Tüm oyunlara anne/babanın katılması daha doğrusu her şeyi onların yapması gerekiyor. Deneme dersinde Arya hiç bir çocukla iletişim kurmadı, hep benle olmak istedi, dahası oyunlara da katılmadı, ama alışıp çok mutlu görünen çok çocuk vardı. İkinci deneme dersimiz Ya-pa oyun grubuydu. Burda içeride anne-babanın çok bulunmasını istemiyorlar ki bence de sosyalleşme için bizden biraz ayrılmaları gerekiyor..Öğretmenler devamlı ilgileniyor, sahibi Özlem Hanım bilgili ve ilgili biri. Tabi ki bir taraftan Arya’yı bırakmak ( her ne kadar kapıda beklesem de) çok zor geldi. Ya içerde düşerse, ya diğer çocuklar vurursa iteklerse, ya korkarsa, ya çok hasta olursa diye kafamda çok soru vardı (ki hala var).. Ama napalım hayat bu zaten, böyle öğrenmeyecekler mi hayatı.. Neyse sonuçta karar verip Ya-pa oyun grubuna yazıldık. 

   

 Umarım her şey güzel olur.. 

    0

    20. Aydan notlar 

    Neredeyse 20 aylıksın kızım,

    Babana ‘yiğit’ annene ‘bap’ diyorsun.  Neredeyse her şeyi söylüyorsun artık, iki kelimeli cümlelere çabalıyorsun.. Safun (sabun), şu (su), ayşee, maymuun en tatlı kelimelerin.. 

    Hayvanlar alemi en sevdiğin şey özellikle Ayı bir numaran. Çanta karıştırmak, müzik dinlemek (özellikle radyo fenomen), kitaplarını hızlı hızlı okumak en sevdiğin işlerden.. Tabi ki en sevdiğin arkadaşın Gürk 🙂 

    Hala zor yemek yiyor, hala uykuyu sevmiyorsun. Favori yemeğin yok, ya da bizim yaptıklarımızı beğenmiyorsun. 

    Hala emzik emiyor ve hala aramızda yatıyorsun.

    Çiş kaka olayına çok taktın, lazımlıktan kalkmak istemiyorsun. Ama çişini hiç söylemiyorsun.

    Çok yaramaz bir çocuk değilsin galiba ama acemi acemi koşup bol bol düşüyorsun.

    Bir şey isteyince çok inat ediyorsun, bazen bizi delirtiyorsun.. 

    Biraz kıskançsın ama vicdanlısın, bir yerimiz uf olunca gelip mutlaka  öpüyorsun.

    Annen işe gidince küsüyor, dönünce trip yapıyorsun, gönlünü alana kadar beni bayağı bir zorluyorsun.

    Pek babacısın, ama işine gelmeyince onu da satıyorsun 🙂

    İlerde nasıl olursun bilmem ama şimdi huysuz ve tatlısın .. 

    0

    2 yaş sendromu dedikleri

    Tezidir, sınavıdır, bitirme işleridir, uzun bir süredir kızımdan, evimden (haliyle blogumdan) bir haberim ne yazık ki.. İşlerin bir kısmını halledince, şimdilerde kızımdan uzak kaldığım günlerin acısını çıkarmaya çalışıyorum.  Aryacık da hızla büyüyor ve değişiyor. Her anın ayrı güzelliği ve zorluğu var muhakkak.. Bu ara yeni yeni huylar edindiği de doğrudur. Bunlardan en belirgini inatçılık.. Hem de öyle böyle bir inat değil (cadı oldu be bildiğin).. Bir şeyi alıcam dedi mi, yapıcam dedi mi, illa ki yapacak.. Önceden de vardı tabi ama ‘aa bak kuş var’ numaralarını artık yemiyor.. İstediği yemek olunca yiyor, istemediğini ölüyorum desen ağzına sürmüyor.. Yeni huylardan biri de ‘ben ben’ cilik biri bir şey mi yapıyor, hemen ‘Arya Arya’ diye bağırıp o da yapmak istiyor. Yemeğini kendi yemek, suyunu kendi içmek, bezini kendi değiştirmek hatta ayrı eve çıkmak istiyor 🙂 Eğer istediğini vermezsen ayılıp, bayılmalar, cinnet geçirmeler, istediğini alınca da bir anda susmalar…Bir de bu ara her şeye önce istemem anlamına gelen ‘mem mem’ ve ‘yok’ diyor, isteyeceği şeye bile önce hayır deyip sonradan istiyor.

    Yeni huylardan biri de küsme ve trip atma.. Diyelim anneanneye bırakıp , bir kaç saat evden kaybolduk, dönünce vay halimize.. Yüzümüze bakmamamalar, dudak büzüp, göz süzmeler, affettirene kadar yaptığımız şebekliklere gülmemeler.. Uyku meselesine gelince eskiden uyku saatinde sallayınca uyurken artık ancak kendisi ‘nennen’ deyince uyuyor. İşin özünde çocuk fark etti ki, artık o bir birey ve canı ne isterse onu yapabilir.. Biz ona tepki gösterdikçe onun özgürlüğünü kısıtladığımıza inanıyor. Yapılacak şeyi bilmemize rağmen gerçekten bazen çok zorlanıyoruz, yanlışlarını ilgisini başka noktaya çekerek düzeltmemiz gerektiğini biliyoruz ama bu o kadar da kolay olmuyor. Bazen öyle tehlikeli işler yapıyor ki, istemeden bağırıyoruz, buna tepki olarak ya kıkır kıkır gülüyor, ya da inadına daha çok yapıyor. Devamlı ‘düşersin, hasta olursun, bak canın’ acır dersem kendine güveni azalacak onu da biliyorum ama o dengeyi tutturmak çok zor. Hem özgür olsun, hem kendine güveni olsun, hem başına bir kaza gelmesin, hem de sözümü dinlesin mottoları biraz zormuş yani..

    Diğer bir konuda bu kadar süredir, Arya’yı ekrandan korumama rağmen artık bu işin giderek zorlaşması.. Televizyon, telefon hayatımızın o kadar içindeki, hiç telefon vermememe rağmen o tombik parmaklarla tuş kilidimi açmayı öğrenmiş durumda.. Tüm bunları alt altta yazınca al sana 2 yaş sendromu.. 2 yaş sendromu iki yaşa girmeden başlayabilen ve bazen 3,5 yaşa kadar devam edebilen bir ‘küçük ergenlik ‘ süreci…  Bu dönemi gerçek anlamda her çocuk yaşayacak diye bir kural yok tabi, ama bazı çocuklarda ergenlik kadar zor geçebiliyormuş. Biz hangi gruptayız ve nasıl devam ederiz bilemem ama bu durumda ‘küçük ergenimizle’ bu günlerin tadını çıkarmaya çalışmak düşüyor bize de..

    0

    Böcek korkusu

    Uzun zamandır yazamıyorum, kendime verdiğim bir çok söz gibi bunu da yapamıyorum.. Aslında Arya’nın her yeni şeyini kaydetmek istiyorum ama bir türlü fırsat olmuyor. Ama bu ilki yazmak istedim.. Ne zaman ve nasıl başladı pek bilmiyorum ama Arya böceklerden korkmaya başladı.. Tüm hayvanlara aşırı ilgiliydi ve hiçbirinden korkmuyordu, ama geçenlerde yerdeki sineği görüp garip hareketler yapmaya ellerini ovuşturmaya başladı.. Denk mi geldi acaba derken bir baktık ki böcek lafından bile huylanıyor.. Daha önce arının birini parmağıyla sıkıştırdığında benim bi ‘aaaa yapmaaa’ diye bağırmışlığım var ondan mı bilmem ama böylece evimizdeki herkesin böcek fobisi olmuş oldu. Ben baya korkak bir insanım o yüzden Arya korkak yetişmesin istiyorum ama demek ki artık korkular başlayacak.. Belki de bir çok şey gibi bu da genetik .. Açıkçası ne yapmak gerekiyor onu da bilmiyorum.. Çok üstüne düşüp pekiştirmek de istemiyorum, bakalım ne yapacağız zamanla görelim …